Hashtag
İngiltere’nin o zamanki adıyla Avrupa Ekonomik Topluluğuna (AET) 1973 yılında üye olmasıyla başlayan Avrupa Birliği (AB) süreci 2016 yılında düzenlenen referandum sonucunda kâğıt üzerinde sona erdi.
Fakat referandumu müteakip yaklaşık üç sene içinde Londra ve Brüksel hattında yürütülen müzakereler sonucunda hazırlanan Brexit anlaşma taslaklarının İngiltere parlamentosu tarafından sürekli reddedilmesi nedeniyle Brexit süreci uzun bir süre sonlandırılamadı. Bu doğrultuda krizin her geçen gün büyümesi neticesinde Theresa May’den sonra göreve gelen Boris Johnson’ın bu süreci tamamlamak için erken seçim kararı alması ve seçimden zaferle çıkması sonucunda Brexit’in önünde herhangi bir engel kalmadı ve 1 Şubat 2020 tarihi itibariyle İngiltere’nin yaklaşık yarım asırlık AB serüveni sona erdi.
- Bir yıllık zorlu geçiş dönemi
Mevcut durum itibariyle İngiltere’nin AB üyeliğinin tam manasıyla sonlandırılması ve teknik meselelerin aşılması için yaklaşık bir yıl sürecek olan zorlu geçiş dönemine girildi. 2020 sonuna kadar tamamlanması beklenen bu geçiş döneminin ardından İngiltere ve AB arasında üyeliğe dair herhangi bir mekanizma kalmayacak. Bu noktada tarafların kabul ettiği ve parlamentoların onayladığı Brexit anlaşması her ne kadar sert temellere dayanmasa da bu sürecin doğal birer yansıması olarak Avrupa Parlamentosundaki İngiliz parlamenterler koltuklarını kaybedecek, taraflar arasındaki kurumsal bağlar sona erecek ve İngiliz politikacılar ve bürokratlar AB’nin kurum içi toplantılarında temsil edilmeyecek. Yani geçiş döneminin tamamlanmasıyla birlikte İngiltere, AB üyesi olmayan diğer ülkeler gibi hareket edecek. Bununla birlikte, tarafların uzlaşmasına göre, geçiş süreci sona erene kadar AB normlarına ve kurallarına uymaya ve Avrupa Adalet Divanının kararlarını tanımaya devam edecek.
Brexit sonrası döneme bakıldığında ise 2024 yılına kadar görevde kalacak Boris Johnson hükümetini AB ile ilişkiler, dış politika ve iç politika başta olmak üzere birçok alanı kapsayan geniş bir gündem bekliyor. Bu minvalde hükümetin öncelikle geçiş süreci sonrasındaki dönemle ilgili Brüksel ile kuracağı yeni ilişki biçimini netleştirmesi gerekiyor. Zira İngiltere her ne kadar AB’den tamamen ayrılmanın arifesinde olsa da iki taraf arasında yaklaşık yarım asırda inşa edilen siyasi, ekonomik ve toplumsal birikimi bir anda sona erdirmek o kadar kolay değil. Özellikle Londra’yla bir blok halinde AB üyesi ülkeler arasında kurulan yüksek düzeyli ticari işbirliğinin Brexit sonrası dönemde devam ettirilmesi İngiliz ekonomisi için kritik önem taşıyor. Çünkü 2019 verilerine göre İngiltere’nin en büyük beş ticaret ortağından üçü hâlihazırda AB üyesi. Haliyle İngiliz ekonomisinin uzun vadede yapısal krizlerle karşılaşmaması için Johnson hükümetinin geçiş süreci bitene kadar hâlihazırda Brüksel ile yürüttüğü müzakereleri karşılıklı kazanç ilkesine dayalı olarak sonuçlandırması gerekli. Ayrıca daha önce AB üyesiyken tüm üyeler adına Brüksel üzerinden ticaret anlaşmalarına dâhil olabilen İngiltere, üyeliğinin sona ermesi nedeniyle ortak pazar dışında kalacak. Bundan ötürü Londra’nın önümüzdeki süreçte AB üyesi olmayan ülkelerle de ayrı ayrı ticaret anlaşmaları imzalaması gerekecek.
- İç politikada ayrılık talepleri gündemin merkezinde
Brexit sonrası dönemde Johnson hükümetini bekleyen diğer sorunların başında iç politika meseleleri ve bunların başında da İskoçya ve Kuzey İrlanda’dan yükselen bağımsızlık talepleri geliyor. Zira Brexit süreci özellikle ayrılık yanlısı İskoçların taleplerini yeniden alevlendirmiş durumda. Hatırlanacağı üzere 2014 yılında İskoçya’nın bağımsızlığı için yapılan referandumda İskoçlar beklenenin aksine sürpriz yaparak bağımsız bir devlet olmayı reddetmişti. Sonraki süreçte ayrılık talebi bir süre için rafa kalktıysa da 2016 yılındaki AB referandumunda İskoçların yüzde 62’sinin AB içinde kalmaktan yana oy kullanması ve Brexit’in kesinleşmesi, ayrılık tartışmasını da yeniden alevlendirdi. Her ne kadar İskoçya Özerk Yönetimi, İskoçların AB üyeliğini savunması nedeniyle yeni bir bağımsızlık referandumunu resmi olarak gündeme getirmişse de Ocak ayında yapılan görüşmelerde Başbakan Johnson bu talebi reddetmişti. Hukuki olarak da 1998 yılında kabul edilen İskoçya yasasına göre, bağımsızlık referandumu için İngiliz parlamentosunun onayı gerekiyor. Fakat 650 üyeli Avam Kamarasında az sayıdaki ayrılık yanlısı İskoç Ulusal Partililer (SNP) dışında bu talebe destek verecek geniş bir zemin bulunmadığı için parlamentodan böyle bir iznin çıkması imkânsız denilebilecek kadar zor. Yine de İskoç seçmenin Brexit karşıtlığı dikkate alındığında önümüzdeki süreçte ayrılık taleplerinin sık sık gündeme geleceği öngörülüyor.
İskoçya’daki ayrılık tartışmalarına eş güdümlü olarak Kuzey İrlanda’daki tartışmaları da gözden kaçırmamak gerek. Zira İskoçlara benzer şekilde 2016 yılındaki AB referandumunda Kuzey İrlandalıların yüzde 56’sı AB’de kalmaktan yana oy kullanmıştı. Bundan ötürü özellikle Birleşik Krallık’tan ayrılığın daimî savunucusu olan Sinn Fein çevresi, 2019 erken seçimlerinden sonra ayrılık talebini yeniden gündeme getirip ada sakinlerini hareketlendirmeye çalışıyor. Her ne kadar Hayırlı Cuma Anlaşması olarak da bilinen Belfast Anlaşmasındaki siyasi düzenlemelerden ve adadaki mezhepsel dinamiklerden ötürü Kuzey İrlandalılar şu anda Birleşik Krallık’tan ayrılmaya pek hevesli olmasa da önümüzdeki süreçte Sinn Fein önderliğindeki kitle bu konuda daha fazla çaba sarf edeceğe benziyor. Bunun yanı sıra Kuzey İrlanda’nın İrlanda Cumhuriyeti ile aynı kara parçası üzerinde yer alması, Birleşik Krallık açısından Avrupa ortak pazarına en yakın erişim noktası anlamına geliyor. Ancak Londra ve Brüksel arasında geçiş dönemi sona erene kadar kapsamlı bir anlaşmaya varılamazsa Brexit nedeniyle Kuzey İrlanda bölgesel ekonomisi bu durumdan olumsuz etkilenebilir. Bu durumun kronikleşmesi durumundaysa ayrılık talepleri daha fazla gündeme gelecektir. Haliyle önümüzdeki süreçte yaşanacak gelişmelere göre İskoçya’dan ve Kuzey İrlanda’dan gelecek olası ayrılık taleplerinin Johnson hükümetini iç politikada zorlayacak kritik konular arasında yer alacağı söylenebilir.
Yine iç politika kapsamında Johnson hükümetinin 2024’e kadar Ulusal Sağlık Sisteminde (NHS) yaşanan sorunlarla ilgili de yapıcı politikalar geliştirmesi gerekiyor. İkinci Dünya Savaşı sonrasında ülkede sağlık alanındaki altyapıyı kurumsal hale getirmek için kurulan NHS, bir devlet kurumu olarak kamuya sağlık hizmeti sunuyor. Ancak uzun bir süre başarılı çalışan sisteme zaman içinde gerekli yatırımların yapılmaması nedeniyle halkın günlük sağlık ihtiyaçları bile yeteri kadar karşılanamaz hale geldi. Nitekim 2019 erken seçimlerine kısa bir süre kala dört yaşındaki bir çocuğun kaldırıldığı hastanede boş yatak olmaması nedeniyle saatlerce beton zeminde yatması, NHS’le ilgili hükümete yönelik eleştirilerin artmasına neden oldu. Şu anda da NHS kapsamında devlet hastanelerinde sağlık personelinin yetersiz kalması ve Brexit sonrası dönemde ülkede çalışan yabancı sağlık personelinin durumunun belirsiz olması, 2024’e kadar Johnson hükümetini meşgul edecek sorunlar arasında yer alıyor. Önümüzdeki süreçte bu sorunla mücadele edilmesi yolunda NHS kapsamındaki alt yapı yatırımlarına ağırlık verilmesi gerekiyor.
Diğer taraftan Brexit sonrasında dış politikayla ilgili olarak da Johnson hükümetini zorlu bir süreç bekliyor. Zira geçen üç yılı Brexit tartışmalarıyla geçiren ülkede iç politikada istikrar sağlanamadığı için dış politikada da istikrarlı politikalar izlenemedi. Bu doğrultuda özellikle Libya ve Suriye krizlerine yönelik ilk dönemlerde aktif bir politika izleyen İngiltere, Brexit tartışmaları nedeniyle bir nevi kendi kabuğuna çekildi ve dış dünyada yaşanan gelişmelere müdahil olma ya da tepki verme konusunda daha itidalli bir tavır takındı. Ancak Brexit’in tamamlanmasıyla birlikte geçen üç yıla nazaran iç kamuoyundaki tartışmalar azalacağı ve istikrar artacağı için hükümetin 2024’e kadar daha aktif bir dış politika izlemesi bekleniyor. Bu doğrultuda Londra’nın geçiş dönemi sona erene kadar Brüksel ile ticaret alanında yürüteceği müzakerelerin yanı sıra Brexit sonrası dönemde AB ve üye ülkelerle kuracağı siyasi ilişkileri yeniden tesis etmesi gerekiyor. Yani geçiş dönemi bitmeden evvel Londra ve Brüksel arasında imzalanacak olan anlaşma, Brexit sonrası dönemde taraflar arasında dış politika, güvenlik, göç ve mülteciler, veri ve gıda güvenliği ile eğitim ve öğrenim gibi birçok konuda yapılacak işbirliğinin düzeyini de belirleyecek. Buna paralel olarak İkinci Dünya Savaşı sonrasında Londra’nın küresel siyasetteki stratejik meselelerde ABD ile hareket etmesi nedeniyle 2020 Kasım ayında gerçekleşecek başkanlık seçimlerinin ardından Washington’ın pozisyonuna göre Londra’nın da dış politikasını genel olarak gözden geçirmesi bekleniyor.
- Türkiye ile ilişkilerde yeni dönem
Yine dış politika kapsamında Brexit sonrası dönemde İngiltere-Türkiye ilişkileriyle ilgili ise gerçek manada yeni bir dönem bekleniyor. Öncelikle iki ülke arasında 2019 yılında 16 milyar doları aşan ticaret hacminin önümüzdeki süreçte daha fazla gelişmeye müsait olduğunu vurgulamak gerekir. Ancak Brexit sonrası dönemde bu kazançlı ticari ilişkinin geliştirilmesi ve olası kayıpların en aza indirilmesi için kapsamlı bir ticaret anlaşmasının imzalanması gerekmekte. Zira AB üyeliğinin sona ermesiyle birlikte İngiltere ortak pazardan çıkacağı için iki ülke arasında yeni gümrük tarifeleri yürürlüğe girecek ve bu durum ciddi bir ticari kaybını da beraberinde getirecek. Bu noktada Londra açısından Avrupa ortak pazarının dışında kalınması nedeniyle yeni pazarlara duyulan ihtiyaç ve Ankara açısından ise Almanya’dan sonra Avrupa’da en fazla ihracat yapılan ikinci ülke konumundaki İngiltere ile ticareti geliştirme arzusu iki tarafa da bir fırsat sunuyor. Ne var ki mevcut Gümrük Birliği düzenlemelerine göre iki tarafın bir serbest ticaret anlaşması yapabilmesi için öncelikle Londra ve Brüksel arasındaki müzakerelerin sonuçlandırılması gerekiyor.
Ticari açıdan bu beklentilere karşın Ankara Anlaşmasından kaynaklanan bazı düzenlemelerden ötürü Brexit nedeniyle iki ülke vatandaşları açısından ortaya çıkabilecek birtakım riskler bulunuyor. Bilindiği üzere 1963 yılında Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) ile Türkiye arasında imzalanan bu anlaşma kapsamında Türk vatandaşlarına topluluk ülkelerinde iş kurma ve yerleşim hakkı izni verilmişti. Ancak Brexit nedeniyle İngiltere’nin bu anlaşmadaki ortaklığı sona ereceği için bu ülkedeki Türk vatandaşlarının iş ve yerleşim haklarıyla ilgili sorun yaşamaları gündemde yer işgal etmeye başladı. Konuyla ilgili İngiltere’nin Ankara Büyükelçiliği tarafından yakın zamanda yapılan açıklamada, anlaşmadan kaynaklanan düzenlemelerin geçiş döneminin sonuna kadar devam edeceği açıklansa da Brexit sonrasıyla ilgili bir netlik yok. Buradan hareketle Brexit sonrası dönemde İngiltere’deki Türk vatandaşlarının mağdur olmaması için taraflar arasında yeni bir düzenlemenin ivedilikle yapılması gerekli.
Özetlemek gerekirse, Brexit sonrası dönemde Johnson hükümetini her alanda oldukça zorlu bir süreç bekliyor. Bilhassa Brexit’e oy veren kitlenin tatmin edilmesi ve Brexit karşıtlarına bu sürecin İngiltere için gerçekten “değerli bir adım” olduğunun somut örnekler üzerinden ispatlanması gerekiyor. Aksi takdirde 2024 genel seçimleri Muhafazakârlar için tahmin edilenden çok daha zor geçecek.
KAYNAK:EUROVİZYON
Bu kullanıcıya mesaj göndermek yada paylaşıma yorum yapmak için hesap oluştumanız gerekmektedir.
Hesap oluştur